Kılıçdaroğlu’nun dilinin altındaki… Özgür Özel’e bir Külliye eleştirisi daha
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Birinci parti olarak alttan alarak ilk adımı atacaklarını” söyleyerek Erdoğan’dan randevu isteyeceğini açıklamasına Kemal Kılıçdaroğlu tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu “Bu düzenin kurucusu sarayla müzakere edilmez, mücadele edilir..!” derken, Erdoğan “CHP’nin Genel Başkanı Sayın Özel’e kapımız açık. Ele alacağımız konu başlıklarımız çok, ziyarete geldikleri anda oturur konuşuruz.” ifadelerini kullandı.
Özel, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan ile yaptığı görüşmeye yönelik sözlerine Denizli’de halkla yaptığı bir buluşmada yanıt verdi. Kalabalığa seslenen Özel, ”Sizlere güç veren sizlerden güç alan ve sokaktan korkmayan, meydandan çekinmeyen, müzakere de eden mücadele de eden yepyeni dinamik sonuç alan bir siyaset için yola çıktık. Beraber miyiz?” ifadelerini kullandı.
Erdoğan-Özel görüşmesinin ardından T24’te “Tek bir yüzükten, saraydaki saltanata…” başlıklı bir yazı kaleme alan Kılıçdaroğlu, “külliye denince akla ne geldiğini” 10 madde halinde sıraladı. İktidar sürecinde AKP’nin gündeme geldiği olayları hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Hiç kimsenin bu anlayışa yani saraya meşruiyet kazandırma hakkı yoktur” diyerek CHP lideri Özel’i eleştirdi.
KILIÇDAROĞLU’NDAN 10 MADDEDE AKP
Yazısında Erdoğan’a kadar bütün Cumhurbaşkanlarının Çankaya Köşkünde görev yaptığını ifade eden Klıçdaroğlu, “Bugün saray deyince aklımıza ne geliyor?” diye sordu ve “Gelin isterseniz hafızalarımızı tazeleyelim…” diyerek AKP iktidarına dair şu maddeleri sıraladı:
1.Merkez Bankası’nın kasasından 128 milyar dolar birilerine satıldı… Kimlere satıldığını ve kaç liradan satıldığını bilen yok… Erdoğan önce bunu yalanladı, sonra 3,5 ayda 5 farklı cevap verdi. Son yanıtı ise şöyleydi “Merkez Bankası’nın rezervlerinin nerede olduğu sorulur mu?” Bana göre tek adam rejiminde verilmesi gereken cevap buydu… Siz kim oluyorsunuz da 128 milyar doları soruyorsunuz? Evet, biz kim oluyoruz da milletin hakkını hukukunu koruyor, savunuyorduk?
2.Erdoğan, devlette liyakati sıfırlayan kişidir. Siz; dünyanın herhangi bir ülkesinde, rüşvet alan birilerinin büyükelçi atandığını duydunuz mu? Duymadınız… Ama Türkiye’de rüşvet aldığı bilinen ve kanıtlanmış kişilerin TC devletinin büyükelçisi olarak atandığını biliyoruz. Bu büyükelçilerin devlet sırlarını parayla satmadığını kim garantileyebilir? Yanıt, hiç kimse… Ama ahlaksızlığın kurumlaştığı ülkelerde bunlar bir süre sonra olağanlaşır. Sarayın ülkemizi getirdiği durum da budur.
3.Saray bugün yolsuzluğu, rüşveti kendine hak bilip, “Oğlum paraları sıfırladın mı?” diyenlerin yeridir. Bakanların yolsuzluk dosyalarını TBMM’de kapatan organdır. Rüşveti meşrulaştırmak için, yöneticilerin de hakları olduğunu savunan saray ilahiyatçıları çıktı.
4.Saray bugün, beşli çetelerin, ihale takipçilerinin karargâhıdır. Saray, kamu ihale yasasına tabi değildir. Kamu ihale mevzuatında da 199 kez değişiklik yaparak, istediği ihaleyi istediği kişiye, firmaya verme özgürlüğüne sahiptir. Çünkü Saray, “devletin malı deniz…” anlayışına sahiptir. İsterseniz Türk Dil Kurumu bu atasözünü nasıl yorumluyor, O’na bakalım… “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” atasözünün anlamı şudur. “Devlete hıyanet etmeyi sanat hâline getirenlere göre devletin bitmez tükenmez malı vardır. Yolunu bulup ondan aşırmayan budaladır.”
5.Devlet saray tarafından böyle yönetilince, yönetenler de nemalanıyor… ABD Başkanı Donald Trump, Erdoğan’ı “mal varlığını araştırırım” diye tehdit etti. Erdoğan; tehdide karşı, “araştırmazsanız namertsiniz… Benim verilemeyecek hiçbir hesabım yoktur” diyemedi. Mal varlığı dolayısıyla bir devletin yöneticisine şantaj yapılıyorsa o devletin yöneticisi bir milli güvenlik sorununa dönüşür. Dolayısıyla saraydaki Erdoğan’ın malvarlığı bugün için bir milli güvenlik sorunudur.
6.Sarayın hukuk anlayışında adalet kavramı; adamına, olayına göre değişir. Çünkü hukukun üstünlüğü kavramı işlemez. Sarayın üstünlüğü kuralı geçerlidir. Örneğin Yüksek Seçim Kurulu’nun seçilmesinde hiçbir engel yoktur kararı üzerine seçime giren ve kazanan, TBMM’de İnsan Hakları Komisyonu’na seçilen Can Atalay hapisten çıkamaz. Anayasa Mahkemesi kararları uygulanamaz. Biliyorum, bazılarınız “Anayasa Madde 138” diyeceksiniz… “Anayasa Madde 157” diyeceksiniz… Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar diyeceksiniz… Ben de biliyorum ama sarayın hukuk anlayışında saray, anayasayı dilediği gibi yorumlama özgürlüğüne sahiptir(!) Saray adalet duygusuyla değil, intikam duygusuyla hareket eder. AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarına uymamak ise (Osman Kavala, Selahattin Demirtaş) artık klasik bir saray geleneğine dönüşmüş durumda. Ver tazminatı, kararı uygulama… Çiğdem Mater Utku, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman saray hukukunun (!) GEZİ mağdurları…
7.Adli Tıp Kurumu, 100 yılı aşkın tarihi ile Türkiye’nin saygın kurumlarından biridir. Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Hapisteki bir hükümlünün sağlık durumuyla ilgili kararı yöneticileri bağlar. Erdoğan, Adli Tıp Kurumu’nun raporuna rağmen eski paşaları hapiste tutuyorsa, yani intikam duygusuyla onların hapishanelerde ölmesini istiyorsa, bu insanlık değildir. Bu bir öç alma kararıdır. Oysa bu dava FETÖ’cülerin açtığı, paşaları yargılayıp mahkum ettiği bir kumpas davasıydı… Hepimiz çok iyi biliyoruz ki adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur.
8.Ahlaksızlığın kurumsallaştığı yerde, yöneticilerden adaleti, yasalara uymayı, hakkı hukuku gözetmeyi ve vicdani kanaat oluşturmayı bekleyemezsiniz. İktidarda kalmak için seçimlerde sahte videolar üretmek, açıkça söylemek gerekiyorsa sahtekârlık yapmak sarayın ahlak anlayışının somut bir göstergesidir. Hele hele bunu televizyonlara çıkıp itiraf etmek tam bir yüzsüzlüktür, utanmazlıktır. Üzülerek ifade edeyim ki sarayın ahlak anlayışı budur. Bu anlayışın hiçbir dinde, inançta yeri yoktur…
9.Saray; 5’li çetelerin, hak yiyenlerin, kara para aklayan uyuşturucu baronlarının, dolarla TC vatandaşlığını satın alanların güç aldıkları bir merkeze dönünce sarayın adını “külliye” olarak değiştirmek zorunda kaldılar. Çünkü “külliye” tanımı farklıydı… Türk Dil Kurumu’na göre külliye, “Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane gibi yapıların tümüne verilen ad” olarak tanımlanmıştı… Ama saraya külliye demek yapılar topluluğuna uhrevi bir anlam katmak sonucu değiştirmiyordu… Çünkü gerçeklerin ortaya çıkma gibi acımasız bir huyu vardı…
10.Saray, açıkça ifade edelim ki; aklı, bilgiyi, hoşgörüyü, alçak gönüllülüğü değil; lüksü, şatafatı, israfı ve kuralsızlığı ilke edinmiş bir anlayışın merkezine dönüşmüştür. Böyle bir merkezin Türkiye’ye vereceği hiçbir şey yoktur. Böyle bir merkezin aktörleri asla ve asla akli ve vicdani bir sorgulama yapamazlar. Çünkü kibirleri buna engeldir. Dolayısıyla hiç kimsenin bu anlayışa yani saraya meşruiyet kazandırma hakkı yoktur.
‘BİR KERE GİTTİM’
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne yalnızca bir kere, 15 Temmuz darbe girişiminden 10 gün sonra gittiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, “Yani kıymetli dostlarım, ben Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olduğumda, karşımda devletleşmeye başlamış 10 yıllık bir iktidar vardı. 15 Temmuz’dan sonra bu devletleşme süreci hızlandı ve kısa süre içerisinde tamamlandı. Ben, rahmetli Demirel, rahmetli Erbakan, rahmetli Ecevit gibi demokrasiyi içselleştirmiş bir siyasi rakiple değil, yargısıyla, askeriyesiyle, istihbaratıyla “BAAS” partisi benzeri, devletleşmiş bir yapıyla mücadele ettim.” ifadelerine yer verdi.
Kılıçdaroğlu, yazısının sonunda ise Özel’e Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde yer alan “Geçmedim muhannet köprüsünden su apardı beni, Yatmam çakal yatağında, aslanlar yese beni…” ifadeleri ile ile seslenerek bitirdi.
“Muhannet (yani namert ve korkak) bir şahıstan menfaat görmektense suda boğulmak daha hayırlıdır” anlamında kullanılan bu sözün ardından Kılıçdaroğluna Özel cephesinden nasıl bir yanıt geleceği merak ediliyor.